“… İnsanlar tarihi unutuyor ya da reddediyor. Onlar bizim doğudan gelen atalarımızın atlarıdır. Şu bulunduğumuz topraklardan Çin’e kadar bizim dilimiz konuşuluyor. Atlarımız da o atalarımızla birllikte buralara kadar gelmiştir. Hepsi bizim atlarımızdır: Türk atları. Safkan Türk atlarımız buralarda Germiyan ve Türkmen atlarıyla Ermeni, Kürt, Anadolu atlarıyla karışmıştır. Karaman atımız Anadolu’nun bize verdiği bir armağandır!…”
Jeremy James
AT OLMAZSA, YURT OLMAZ
Atı ilk evcilleştiren topluluk olarak bilinen Türklerin, şu ana kadar sahip oldukları kültürün tarihe bıraktıkları izlerin ve belki de yüzyıllar boyunca ayakta kalmalarının en büyük sebeplerinden birisi at ile kurdukları dostluk, yoldaşlık ve hatta kardaşlıktır.
Yaptıkları fetihler, kurulan devletler, üstün savaş kabiliyetlerinden tutun beslenme kültürlerinden mitolojilerine kadar birçok unsurda atın izlerini görmek mümkündür. Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılan, bilinen ilk Türkçe sözlük ve kronik olan Divan-ı Lügat-it Türk’te “At Türkün Kanadıdır” şeklinde ifade edilen bu ilişki sayesinde Türkler, yaşadıkları zorlu göçebe hayatında at sayesinde yaşamlarını kolaylaştırıp kendilerini savunabilmişler hatta bir medeniyet oluşturabilmişlerdir. At, Oğuz Destanlarında dile getirilen “Yaya erin umudu olmaz” veya “at olmazsa yurt olmaz” gibi sözlerden anlaşılacağı üzere aynı zamanda çok ciddi bir motivasyon kaynağı da olmuştur. Atın etinden, sütünden, derisinden hatta kemiğinden bile faydalanan Türkler, günlük hayatlarında da birçok keşfi at sayesinde yapmıştır. Pantolonun, çizmenin icadı bunların ilk örneklerindendir. Hatta Türklerde kölelik anlayışının görülmemesi ve hatta kadın erkek eşitliğinin olması bile atın hayatlarında olmasından kaynaklı olabilir. Çünkü at güç anlamında bir eşitlik sağlar ve insanın başka bir insanı kullanma ihtiyacını da en az seviyeye düşürür.
Tarih boyunca tüm insanlığı etkileyen iki büyük vâkıa vardır: savaş ve göç. Her ikisi de atın kullanılmasıyla beraber büyük gelişme kaydetmiştir. Savaşlarda atın kullanılması, atlı ve yaya ordular arasında müthiş bir güç farkı ortaya çıkarmış, dolayısıyla insanlık tarihi atı kullanan milletler lehine farklı şekilde gelişmiştir. Türklerin atla olan ilişkisi benzersiz savaş taktikleri geliştirmelerini de sağlamıştır. Turan ve Hilal taktikleri ancak iyi bir at binicisi askerler varsa gerçekleşebilir. Bu geliştirdikleri savaş kabiliyetleri sayesinde Asya Hunlarının süvari akımları sonucunda kavimler göçü olmuş ve bugünkü avrupa oluşmuştur. Türk kavmi, at sayesinde hayallerini, ideallerini ve hedeflerini büyütmüştür. Bilhassa tarih boyunca savaşçı meziyetleri ile ön plana çıkmış olan Türk kavmi cengâverliğinin üstüne bir de atı savaşlarda kullanarak, “Kuş kanatla er atla gayesine ulaşır” diyen Kaşgarlı Mahmud’u haklı çıkarmış, cihanın dört bir yanında fetihlere kanatlanıp uçmuştur.
Ortaçağın Efsanesi ‘ Karaman Atı’
Karamanın, tarihe mal olmuş birçok kıymeti gibi, Ortaçağ’da çok meşhur olan Karaman atları ile ilgili olarak da yeterli farkındalığa sahip olunmadığını düşünüyorum. Eğer yanılıyor olsaydım şu ana kadar mutlaka bir yayında veya en azından şehir efsanesinde rastlardım. Bilindiği üzere Türkler orta asyadan göçleri sırasında, ekonomilerin temeli olan hayvanlarını ( at, koyun ) da sürüler halinde göçtükleri yerlere getirmişlerdir. Karaman bölgesine yapılan göçler sayesinde bugünkü Türkistan Fergana bölgesinden getirilen at cinsi de o dönemden sonra ‘Karaman Atı’ olarak adlandırılmaya başlayacaktır.
Resim 1 : Karaman Müzesinde Bulunan At Figürlü Kapı Kilidi.
Karaman atlarına dâir en eski haber şimdilik XV. Yüz yılın başlarına kadar gidiyor. Bununla beraber Karaman oğlu Alâaddîn Bey’in (ölümü: 600-1398) I. Murad’ın kızı ile evlenmek için gönderdiği “kalın başlık” arasındaki 100 baş hepsinin veya mühim bir kısmının Karaman atları olduklarında şüphe yoktur. Alâaddin Bey’in Murad Hüdâvendigâr’ın kızından doğan oğlu ve halefi Mehmed Bey amcası Hacı Bey ile Çelebi Mehmed’e gönderdiği bir mektupta Mûsâ Çelebi’ye karşı kazandığı başarıdan dolayı tebrik ettikten sonra, mecâzen “iyi ol mayan” denilerek iki kula Karaman atı (semend-i mustmend-i Karâmânî) yolladığını bildiriyor. Çelebi Mehmed de 818 (1415) tarihli cevabî mektubunda teşekkür ettikten sonra kendisi için Arab ve Karaman atları satın alınması maksadiyle “’amuca” Hacı Bey ile 80 iki yük Osmanlı akçası (dû har-vâr zer-i Osmânî) gönderildiği yazılıyor ve Hacı Bey’in bu meblağ ile istenilen atları satın alıp getirmesi isteniyor . ( Faruk Sümer Türklerde At ve Binicilik )
Anadolu’yu karış karış gezen aslen Konya – Bozkır ilçesinden olan Türk tarihçisi Prof. Dr. Faruk Sümer, büyük emek ve gayretle hazırladığı ve sahasında yazılmış en değerli eserlerin başında gelen “Türklerde Atçılık ve Binicilik” adlı eserinde Karaman Atlarıyla ilgili birçok bilgi ve belgeyi derlemiştir. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından 1983 yılında yayınlanan bu eserde Faruk Sümer, eseri yazmasındaki sebepleri kitabın önsözünde şöyle ifade eder: “Tarihteki Türk atçılığı, biniciliği ve binit takımı ile ilgili meselelerin araştırılması tarihçilerin vazifesi olduğundan bunlara dâir kaynaklardaki bilgileri eskiden beri toplamakta idim. Bugünkü binit takımını incelemeye karar vermem bu bilgilerin de işlenip burada neşredilmesine güzel bir vesile teşkil etti.” diyor.
Karaman Atı Seyyahların dikkatinden de kaçmamış
Karamanoğulları ülkesinin geniş ova bölgesinde çiftçilik yapılır ve en fazla buğday, arpa ve yulaf ekilirdi. Bu topraklarda pamuk ziraatı da yapılırdı. Ova bölgesinde bol miktarda koyun (Karaman koyunu) ve aynı ovada yaşayan Türk oymakları tarafından asil atlar yetiştirilirdi. Mısırlı tarihçi İbn Fazlullah el-Ömerî, Marco Polo tarafından “güzel atlar” olarak nitelenen Karaman atlarının Arap atlarından üstün olduğunu ileri sürmüştür. Bu atları yetiştirenlere “atçeken” denirdi. (İslam ansiklopedisi -faruk sümer)
Fransız elçisi D’Aramon Kudüs’ü ziyaret ettikten sonra İstanbul’a dönerken 1550 yılının Ocak ayında Konya’ya uğramış ve burada üç gün kalmıştı; bundan maksadı orada, kıralın sarayına göndermek için, birkaç güzel at bulmak ümidi idi . Monsieur D’Armon’dan sonra 1554-1562 yılları ara sında, Türkiye’de bulunan Avusturya elçisi O. Chiselin de Busbecq Türk merkez kuvvetlerine bağlı atlı bölüklerinin hoş bir görünüşleri olduğunu kaydettikten sonra bu askerlerin Kapodokya, Suriye asıllı atlara veya başka cins atlara bindiklerini yazar”. Anlaşılacağı üzere Avusturya elçisi Kapodokya adıyle Karaman ilini de içine alan Orta Anadolu’yu kasdediyor. Nitekim, sahip olduğu atlardan bazılarına da Karaman adını verdiği görülüyor. A. Thomas Makedonya, Teselya, Eflak ve Tran silvanya’da iyi atlar yetiştiğini kayd ettikten sonra : “ fakat atların en mükemmeli ve en iyileri, en cesurları ve gayretlileri Asya’da ve bilhassa Karaman’da, eskiden Kilikya denilen yer de ve ondan sonra Suriye, Ermenistan ve Medya’da yetişen atlardır” diyor. 1571 yılında Venedik elçisi olarak İran’a giden Vincentio D’Alessandri de Karaman atlarından söz ediyor . Mamafih I. Abbâs’m (ölümü: 1037-1628) “ilhıları” (yılkıları) arasın da “arısoylu Anadolu” atları da vardı. ( Faruk Sümer Türklerde At ve Binicilik )
Karaman Atının diğer at ırklarından ırklardan farkı
Karaman ve çevresi, iklim ve coğrafi özellikleri bakımından Orta Asya daki Fergana bölgesine çok benzemektedir. Bilindiği gibi Fergana bölgesinde de meşhur Ahal Teke Atları yetiştirilmektedir. Hem Selçuklu hem, Karamanoğulları, hem de Osmanlı döneminde Bölgeye yerleştirilen ve tek işleri At yetiştirmek olan Atçeken ( Esb Keşan ) lerde Karaman ve bölgesinin bu avantajından dolayı en iyi bildikleri işi bu bölgede yüzyıllarca yapmışlardır. Bazı kaynaklarda Atçeken aşiretinin kökenlerinin Orta Asyadaki Fergana bölgesinden geldiklerini belirtmektedir.
Karaman atları, belli özellikleri ile Turan ve Arya ırklarından ayrılırlar. Turan ırkında hatlar orta, profil, muhaddep, yükseklik de orta olup bu genellikle 1.50- 1.60 arasındadır. Bu ırka dahil o lanlar dış görünüş özelliklerinden daha çok kuvvetleri, cesaretleri, zarif hareketleri ile seçkin bir örneği teşkil ederler. Asya ırkının en ileri örneği ise Arap ırkıdır. Asırlardan beri bu iki ırkın karışımı, bu günkü “Anadolu Atları” ırkını meydana getirmiştir. Bu arada Karaman atları’nın, daha çok büyük tiptedirler. Benzer özellikler Ahal Tekelerde de görülmektedir. Bu husus bilimsel bir çalışma yapılıp izaha muhtaç olan bir konudur.
Anadolu Selçukluları Döneminde Karaman Atları
Bilindiği üzere Anadolu’nun Kapısı Malazgirt Zaferi sonrasında Türklere tamamen açılmıştır. Malazgirt Savaşı sırasında da Alparslan’ın Orta Asya’dan bu yana devam eden bir Türk savaş geleneği olan ‘atın kuyruğunu bağlama’ ritüelini , savaş sırasında yaptığını bazı kaynaklar belirtmekte. Anadolu’nun Türk yurdu olması şüphesiz buraya yerleşen Türkmenlerin kendileriyle birlikte getirdikleri kültürleri , yaşam biçimleri, gelenek ve görenekleri , uzman oldukları mesleklerin de bu topraklarla bulup kaynaşmasını sağlamıştır. Genel olarak bir Bozkır yaşamına alışkın olan Türk boyları, özellikle Orta Anadolu bozkırlarına uyum sağlamakta da zorlanmamışlar ve burada kültürlerini yaşatmaya da devam etmişlerdir.
Anadolu Selçukluları, başkent Konya’nın çevresinde çeşitli yerlerde at üretme ve yetiştirme bölgeleri meydana getirmişlerdir. Türkistan’da Fergana misali bu, seçilerek tespit ve tayin olunan yerler, konumu, stratejisi, havası ve suyu ile bu işe en müsait arazi idi. İşte bu yerlerin birisi de, Beşare Bey tarafından tespit edilerek, çiftlikler kurulan bu günkü Beşare (Başarakavak)’dır. Saray’a ve devlete at hazırlayan bu çiftlikler. Kurucuları olan Beşare Bey’in adını almış; zamanla daha da büyüyüp. Gelişerek karye ve kasaba haline gelerek, günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Bu sebeple Karaman ve çevresi, yetiştirdiği nadide atlarıyla ün yapmıştır. Anadolu Türk atlarının arasında, Karaman dolaylarında yetiştirilip, terbiye edilen “Karaman Atları”nın ayrı bir yeri ve değeri vardır. Bey ve sultanların düğün hediyeleri arasında “Karaman Atları”nın özellikle sayıldığını biliyoruz. Böylesine kıymeti haiz bulunan Karaman atları, Karaman (Larende), Ereğli, Aksaray, Koçhisar ve Akşehir ile çerçevelenmiş elverişli mintikada yaşayan Türk boyları tarafından yetiştiriliyorlardı. Görevleri at yetiştirmek olan, özel kanun-namelere sahip bulunan “At-çekenler (Esp-kesan)”in geniş arazileri mevcuttur. Sultanlar onlara görevlerinden dolayı her türlü önem ve alakayı göstermişlerdir. Böylece hazarda ve sefer de son derecede büyük ve hayati öneme sahip süvariler için, sağlıklı, eğitil miş ve güçlü atların bulundurulmasına ayrı bir titizlik gösterilmiştir. ( Dr. Hasan Özönder – Selçuklu Emiri Başare Bey ve Başarakavak – Konya 2001) İşte, ünlü Türk atlarının sürülerle hazır bulundurulduğu bu bölgelere, yakın çevrelerindeki yund ocakları (hara) ve çiftlikleri destek oluyorlardı. Bu çiftliklerin başında Selçuklu Emiri Beşare Bey’in kurdurduğu ve onun Adıyla anılan “Beşare” (Beşarckavağı) gelmekteydi. Beşare’deki çitliklerin şöhreti, asırlar boyu devam ederek, arada bazı krizlere rağmen, Yerin seçilişinde, görevlilerin tayininde o kadar isabetli davranmıştır ki, bir süre sonra bu çiftliklerde yetiştirilen nâdide atlar, yakın ve uzak çevrede büyük ün yapmıştır. Tarih kaynaklarında “Karamanlı Atları” diye anılan ve çok değerli olan bu seçkin atlar, merasim, politika ve askerlik alanlarında son derece şöhreti haiz idi. O kadar ki, başkent Konya’ya gelen yabancı devlet temsilcileri, elçileri, görevlerini tamamladıkları halde, Konya’da bir bahane ile birkaç gün daha oyalanırlardı ki acaba Selçuklu Sarayı’nda kendisine böyle soylu bir “Karamanlı Atı” ihsan ve atiyye olunur mu diye bekleşirlerdi. ( Dr. Hasan Özönder – Selçuklu Emiri Başare Bey ve Başarakavak – Konya 2001)
At yetiştiriciliğinin, özellikle de Karaman Atı yetiştiriciliğinin bir devlet politikası haline geldiği, kurumsallaştığı ve Osmanlı Dönemi’nin sonlarına kadar devam edecek olmasını ilkin Anadolu Selçukluları’nda görmekteyiz. Titizlikle yetiştirilen Karaman Atları Anadolu Selçukluları’na hem gelir kaynağı hem de inanılmaz bir prestij kazandırmıştır.
Resim2 : Selçuklu Dönemi Çini Tabak. Atın kuyruğu Türk usulü bağlanmıştır.
Oğuz Türkleri yurt edindikleri Anadolu’da, cins atlar yetiştirmekte idiler. XIV-XVI yüzyıllarda “Karaman atları” denilen bu atlar, Avrupalılar tarafından Arap atları derecesinde makbul sayılmaktadır. Oğuz boyları Anadolu’ya geldikleri vakit, Orta Anadolu’yu at yetiştirme manasında Orta Asya’ya benzetmişler ve bu bölgeleri hayvan yetiştiriciliğinde değerlendirmişlerdir. Ankara-Aksaray-Konya-Eskişehir arasında kalan bölgede yaşayan Türk oymakları uzun yıllarca at ve koyun yetiştirmişlerdir. Oğuzların yetiştirdikleri atların dedeleri, Türkistan’dan gelirken getirdikleri atlardır. Dolayısıyla üstün vasıflı at neslini devam ettirmişlerdir. Anadolu’da Kastamonu-Sinop bölgesinde Candaroğulları’nın atları yaklaşık 1000 altın değerinde satılmakta olup, Arap atlarından daha değerli idi. Ayrıca, Kütahya-Eskişehir bölgesinde Germiyanoğlu topraklarında yetişen atlar ve en çok da Karamanoğlu atları dünyaca kıymetli olarak bilinmekte, hatta Arap atlarından daha fazla rağbet görmektedirler. (Sümer, 1998, s. 15-19).
Osmanlı Döneminde Karaman Atları
Selçuklulardan sonra Osmanlı Devleti de at ve atçılık konusunda kurumsallaşmayı devam ettirmiş lojistik ve savaş konularında uzun süren teşkilatlanmaları sağlamıştır. Özellikle süvari birliklerinin önemini bilen Osmanlı Devleti bu birliklerinde Karaman atlarını tercih etmişlerdir.
Orduda yaygın olarak Tımarlı Sipahiler çoğunlukla Karaman Atlarını kullanmışlardır. Tımarlı sipahi sefer esnasında ihtiyacı olan bütün araç gereçlerini ve yiyeceğini tedarik etmek ve sefer zamanında sefere getirmekle yükümlüydü. Atlı askerlerden meydana gelen sipahi ordusunun miktarını Osmanlı vekayinameleri 1473 tarihinde 20.000 ve Rumeli’de 24.000 olarak vermektedir. Karaman atlarını uzun süren seferler sırasındaki dayanıklılığı ve gücü Tımarlı sipahilerin tercih sebebi olmuştur.
Osmanlı Dönemi kaynaklarında çeşitli vesilelerle de “Karamanlı Atları”ndan bahsedilir. Düğün, fetih, galibiyet, cülüs, başlık hediyesi olarak verilirdi. Yabancıların, hele elçilerin bu nadide atlardan birine bir lütuf, ihsan, atiyye ve ikram olarak layık görülmeleri onlar için pek büyük bir mazhariyet idi. ( Dr. Hasan Özönder – Selçuklu Emiri Başare Bey ve Başarakavak – Konya 2001)
Karamanoğulları ve Osmanlılar zamanında da önemini korumuşlardır. Bu koruyuş, bizim tespit ve tahminlerimize göre XVII. Yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir. Daha sonra, ateşli silahlardaki yenilikler, harp alat ve teçhizatındaki farklılıklar, motorize kuvvetlerin, hayvanın yerini alması gibi reformlardan dolayı, önem ve fonksiyonlarını kaybetmeye başlamışlardır. Buralar giderek bir “karye” (köy) halinde imar ve iskana açılmışlardır. Bunun sonucu olarak”at” ve “atçılık”la uğraşmak hemen hemen ikinci planda bazı işler için, bir de özel merak ve heves konusu haline gelmeye başlamıştır. Bunun zaman zaman sıkıntılara sebebiyet verdiğini biliyoruz. Nitekim XIX. Yüzyılda Osmanlı Devleti, ortaya çıkan bazı ihtiyaçlardan dolayı, yabancı ülkelerden at satın almak zorunda kalmıştır. Atçekenlerin ihmal edilmelerinin yanısıra at yetiştiren yund ocaklarının (haraların) ve çift liklerin eski mana, mahiyetlerini ve statülerini kaybetmelerinin, bu sıkıntılarda son derecede etkili olduğunu görüyoruz. Bu yetersizlik ve açıklar, İmparatorluğun çöküşüne kadar devam etmiştir. ( Dr. Hasan Özönder – Selçuklu Emiri Başare Bey ve Başarakavak – Konya 2001)
Resim 3 : 1900 lü yılların başı KARAMAN da padişah atları yetiştiren ailenin fotoğrafı . Baba Hasip Altan ve oğulları Kazım ve Sekip, çocuklardan Kazım Karamanın İlk Avukatı ( Önce savcı sonra avukat olmuş) Sekip Kadastro mühendisi olmuş.
Karaman Atının hikayesinin anlatıldığı tarihsel bir roman : Türk Atı.
Türkiye’den bir at aldı ve hayatı değişti. Gal’li yazar Jeremy James, bu alışverişin kendisine iddialı bir kitap yazdıracağını o zamanlar bilmiyordu. İngiliz yarış atlarının atası sayılan ‘Byerley Turk’ü keşfeden James, Osmanlı ordusuna dek uzanan bu hikâyeyi, tarihi gerçeklerin ışığında romanlaştırmıştı.
Bir İmparatorluk…
Bir at…
Bir seyis…
Üç kent…
Viyana, Buda, İstanbul…
1683’te Osmanlı’nın Viyana’yı kuşatmasıyla başlayan bir tarih sahnesi. Sahnenin önünde varlığını atıyla bütünleştirmiş ‘Gazi’ yemini eden evlad-ı fâtihan bir Seyis ve kökleri Orta Asya’ya Atilla’ya ve Cengiz Han’a uzanan Türkmen soyundan bir Karaman atı Azaraks (Ateşin Oğlu). Kökleri gibi yaşamları da aynı olan bu iki varlığın yazgıları da bir. Osmanlı’nın İkinci Viyana Kuşatması’nda oradalar. Bozgunu yaşıyorlar. Ardından Hıristiyan orduları Buda Kalesi’ni kuşattığında (1686) ise yine birlikteler. ‘Buda düşerse İstanbul da düşer’ diyorlar ve diğer Gazi’lerle birlikte kaleyi kahramanca savunuyorlar. Ancak tarihin kırılma noktasında Osmanlı’nın yazgısını değiştiremiyor ve Buda Kalesi’yle birlikte onlar da bir İngiliz birliğine esir düşüyorlar.
İstanbul, Viyana, Buda derken kader onları bu sefer Londra’ya sürüklüyor. Aristokrat Albay Robert Byerley hem Azaraks’ı hem de Seyis’i satın alıyor ve sahipleniyor. Bundan böyle Azaraks’ın adı İngiltere’de Byerley Turk olarak anılacaktır. Atın şöhreti bütün İngiltere’ye yayılmıştır. Hem aygır hem yarış atı olarak fırtınalar estiren kahramanımızın şeceresi bugün günümüze kadar hâlâ devam ediyor. Tarihsel gerçekliğin içine oturtulmuş nefes kesen, sürükleyici bir kurgu. Bilinmeyen şaşırtıcı bir gerçek. Ayrıntılarda saklı kalmış tarihsel bir roman.
Resim 5 : Karamanlı Seyisi ve Byerley Turk
YORUMLAR