Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İ.Ethem Büyükköse

ŞEHRİME DAİR YAZILAR – 3 ‘KARABEKİR PAŞADAN İLHAM ALALIM’

Yeşil, duygusal olarak pozitif bir renktir. Bize sevme becerisi kazandırır. Tüm şartlarda duygularımızı eğitir. Doğal bir barış sağlayıcıdır.

İnsan, yaşadığı hayatta huzuru yakalayabilmek için üç farklı barışı sağlamalıdır:

Birincisi aklı ve vicdanı arasındaki barışın teminidir. Kadim Anadolu kültüründe dini inançlarını ayırmaksızın bütün düşünürler, tasavvufçular şairler, edebiyatçılar bu akıl ve vicdan arasındaki barışı sağlamış olmanın önemini anlatmaya çalışmışlardır. Kimisi buna “kemale erme” kimisi “erdemli hayat” olarak olarak adlandırsa da aslında aynı şeyden bahsetmişlerdir. Yani akıl ve vicdanın barışı. Nitekim bugün aklı üstün gelip vicdanın sesini dinlemeyenlerin yaptıkları icatlar ve icraatler sayesinde dünya hızla kendi sonunu hazırlamaktadır. Atom bombasını icad edenin aklından şüphe yok ama vicdanıyla ilgili aynı şeyi söyleyemeyiz.

İkinci barış ise insanın insanla olan barışıdır. Birinci koşul sağlanmadan bu pek mümkün değildir. İki insanın birbiriyle barışması, birlikte yaşadığı zaman ve mekanı birlikte imar etmesine yol açar ki insanın tarih boyunca en büyük ideali bu uyum olmuştur.

“Cümle yaradılmışa bir göz ile bakmayan

Şer’ün evliyasıysa hakıykatde asidir.”

Yunus Emre

“Cümle yaratılmış”, nedir? İnsanlar, hayvanlar, dağlar, denizler, ağaçlar, çimenler velhasıl her şey yaratılmıştır. Allah tarafından halk edilmiştir. “Bir göz ile bakmak”, aynı duygularla, aynı sevgilerle, aynı titizlikle bakmak, korumak, esirgemek demektir. Yunus Emre’nin bu beyiti, bütün yaratılmış varlıklara aynı sevgi ve duyguyla bakmayan insanın, şeriatta evliya bile olsa gerçekte Allah’a asi olduğunu ifade ediyor.*

Üçüncü barış ise bu yazının konusu olan insanın doğayla olan barışıdır. Zaten bu barışın sağlanamaması halinde galip gelen kesinlikle insan değil doğa olacaktır. İnsanoğlunun tarih boyunca geliştirdiği ritüellere, dini inançlara, anonim kültürlere bakıldığında sürekli doğayla uyum içinde olma çabası ve doğaya koşulsuz bir saygı hissedilir.

Doğa sevgisi denilince ilk akla gelen şey ağaç sevgisidir. Çünkü Dünya ekosisteminde bütün canlı varlıkların yaşamı toprağa bağlıdır. Toprağın nimetlerini dışa vururken en cömert davrandığı şekli bana göre ağaçtır. Binlerce çeşit meyve, yaşamın olmazsa olmazı oksijen, erezyon ve çığ önlemesi vs. vs. ağacın faydaları saymakla bitmez.

Ağaç bu özelliklerinden dolayı insanın da hep merkezinde olmuştur. Örneğin kayın ağacı, Türk mitolojisinin en önemli sembolüdür. Tanrı kutunu içinde barındırdığına inanılır. Bundan dolayı, Türkler, kayın ağacının bulunduğu yerde ferahlık bulur, rahatlar, arınır. Yapılan duaların, kayın ağacının yanında yapıldığında Tanrı’ya daha hızlı ulaştığı ve daha çabuk kabul edildiği düşünülür. Ağaç kültürlerle o kadar iç içedir ki aslında bana göre toplumların gelişmişlik düzeyi bile ağaç ile olan ilişkisine bağlıdır. Bir toplum, ‘yaşlı insanların gölgesinde asla oturamayacaklarını bildikleri ağaçları dikmeye başladığında gelişir.’

“ Ağaç maziyi istikbale bağlar, size sabrı öğretir; beraber yaşamanın birbirine faydalı olmanın zevkini verir.”

Marcel Proust

Gelelim asıl konumuza. Karaman’ın ağaç ile ilişkisi ne durumda? Elde ettiğim istatistik verilerilerine göre durum hiç iç açıcı değil. Karaman’daki yeşil alan miktarı (%22), Türkiye ortalamasının altındadır (%26). Buna ilaveten Türkiye’nin en az yağış alan 12. bölgesidir ki bu da yine ağaçlandırılmış alanın az olması ile bağlantılıdır. Karaman halkının ağacı sevmediği gibi bir düşüncem yok, bu konuda çok hoşuma giden ama kaynağını unuttuğum için veremeyeceğim bir söz aklıma geliyor; “insanlar tembel değildir, sadece onlara ilham verecek bir hayale sahip değillerdir.” İçinde ağaç sevgisi olan bir insanın ağaç dikmemesini bu sözle açıklayabileceğimi düşünüyorum. Zaten bu yazıda anlatmak istediğim de budur. Ağaç sevgisi ve memleketimizi ağaçlandırmayla ilgili eksiğimiz konusunda bize ilham verecek bir şeyler olması gerekli zannımca.

Ben hemşerimiz olmasından dolayı gurur duyduğum Kazım Karabekir Paşa’dan ilham almayı kendime göre uygun buldum.

Kazım Karabekir Paşa bir keresinde “İstiklal Harbi’ni ormanlar sayesinde kazandık” demiş. Biz Paşamızı yetimlerin babası olarak bilsek de bir başka önemli özelliği de ormanlara verdiği değerdir. Şark Cephesi olarak doğu sınırlarımızı korurken bir taraftan da memleketin ağaçlandırılması için büyük çaba sarf etmiştir kendisi. Bu yüzden 1923’te İstanbul Orman Mektebi kendisine Fahri doktora verdi. Tören esnasında küçük bir kız öğrenci “Yetimlerin babası, fedakar kumandanım hoşgeldiniz!” diyerek bir çiçek verir. Kazım Karabekir: “Gözlerinden öperim, memleketin asıl sahibi sizlersiniz.” diyerek çiçekleri alır ve madalyalarının yanına koyar. Kürsüye çıkan Paşa Orman Mektebi öğrencilerine şöyle hitap eder: “ Meslektaşlarımla iftihar ederim, bu gün sizlerin arasında bulunduğum için en şerefli dakikalarımı yaşıyorum. Teklif ettiğiniz fahri müderrislik benim için ebedi bir şereftir.” diyor ve ardından şu ilginç cümleleri söylüyor: “ Size ilk defa işiteceğiniz bir cümle söylüyorum. Biz istiklal harbini ormanlar sayesinde kazandık. Bu bir muammadır. Daha bir zaman bu muamma olarak kalsın. Onu gelecek zaman halledecektir.”**

Paşa’nın gelecek zamana emanet ettiği bu gerçeğe karşı bugün çok büyük bir risk söz konusudur. Çalışmalarından dolayı takdir ettiğim TEMA Vakfının bir yayınında okuduğum üzere bugün itibariyle Türkiye’nin topraklarının % 65’ ine maden ruhsatı verilmiş. Karaman’ın ise % 38’ lik kısmı maden ruhsatlı. Bu konuda çok teknik bilgiye sahip olmamama rağmen rakamlar ağaçlandırma ve orman varlığı olarak beni bir hayli tedirgin etti. Maden de bir milli servet, buna da karşı değilim; ama yakın geçmişte yaşanan bazı olayları da hatırlattı bana bu rakamlar. Mermer ruhsatı verilen arazilerin bazılarında bulunan zeytin ağaçları sökülmüştü ve yörenin halkı buna isyan etmişti. O esnada yapılan röportajlardan birinde bir çiftçi şöyle demişti : “Mermerin tonu 4000 dolar, zeytinyağının tonu 16000 dolar, zeytini her yıl hasat edebilecekken mermeri sadece bir kez çıkarabilirsin. Mermerin tekrar oluşması milyonlarca yıl sürer, yetkililer bu hesabı yapamıyor mu ? “ bana göre çok haklı bir söylemdi bu.

Bu maden meselesi hem Türkiyemiz hem de Karaman’ımız için izaha muhtaç bir konudur. Umarım bu konuda sorumlu kurumlar gerekli açıklamaları yaparlar.

* YUNUS EMRE’DE ÇEVRE DÜŞÜNCESİ Hayrettin İVGİN

** Nihayet Dergisi

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Reklamı Geç