Son bir kaç yılda çok reyting alan sabah kuşağı programlarında boy gösteren hemşerilerimiz ve onların bazen trajikomik hikayeleri, bazen de dramları şüphesiz ki Karaman imajı üzerine negatif bir etki yaratmakta.
Daha ana haber bültenlerinde bile Konya – Karaman olarak bahsedilen şehrimizin İl olduğunu bile anlatamamışken bir de üstüne bu sabah kuşağı programlarının nasıl bir Karaman algısı oluşturduğunu tahmin edebilirsiniz. Bu sabah kuşağı programlarının ne maksatla yapıldığı belli. Toplumla ilgili bir yumuşak karın yakalamışlardır ve bundan aldıkları reyting de sermaye olarak görülmektedir. Kendi adıma diyebilirm ki Karaman kolay kolay vazgeçemeyecekleri bir sermaye haline gelmiştir. Şüphesiz bu durum şehrin tamamını temsil etmiyor ama bunu sadece biz Karamanlılar biliyoruz. Bu programların algı yönetimindeki etkisi çarpan etkisiyle büyüyor ve 10 bin yıllık tarihi olan bir şehre mal ediliyor.
Her şey bir sebep sonuç ilişkisi üzerine anlam kazanır. Şikayetçi olduğum bu durumunda mutlaka bir sebep sonuç ilişkisi olduğunu düşünmekteyim. Karaman da toplumsal yapıdaki bu yozlaşmayı açıklayabilecek en kuvvetli ihtimal bu şehirde yaşayanların arasındaki aidiyet duygusunun eksikliğidir. Bundan dolayıdır ki insanlar yaşadıkları şehre ait bir sorumluluk duygusu taşımamaktadırlar.
Peki bu bağ nasıl kopmuştur ve bu kopmanın sebepleri nelerdir ?
Her birey doğal olarak bir sistemin içine doğar. İçine doğduğu sistemin ona verdiği anlam, biçtiği rol, sağladığı güven ortamı, bireyle, içerisinde bulunduğu toplum ( aile, mahalle, köy, şehir ) arasında bir bağ kurulması şüphesiz ki karşılıklıdır. Dolayısıyla bireyin kendini içerisinde yaşadığı topluma, şehre ne kadar ait hissettiği de karşılıklı bu ilişkiye bağlıdır.
Soyut bir kavram olan aidiyet duygusu insanın temel gereksinimlerinden biri olup, bu gereksinim yerine getirilmediğinde bireylerde yalnızlık duygusunun arttığı ya da ant i-toplumsal davranışların geliştiği görülmektedir (Maslow, 1954).
Anadolu toprakları tarih boyunca hep aynı kaderi yaşamıştır. Yani bu topraklarda hep bir takım maddi manevi değerler meydana gelmiş ve bu her zaman bunlardan yoksun olanlar tarafından işgale uğramıştır. Hititler, haçlı seferleri Moğol işgalleri vs. vs. Bu sebepten dolayı Anadolu halkı hep kendini savunma durumda kalmıştır. Belki de bundan dolayı, kendi içlerinde birlikte yaşama becerini de geliştirmiş ve onca ayrı niteliklerine rağmen bunu başarabilmişlerdir.
Farklı din, dil, ırk mensupları bile bu bir arada yaşama becerisini yüzyıllar boyu sürdürebilmişlerdir. Kendilerini, birbirlerine karşı sorumlu hissedip yaşadıkları toprağa ait oldukları gerçeğini hep hatırlamışlardır.
Mensubiyet yani ait olma duygusunu besleyen en temel ve insani hal ‘sevgidir’. O yüzden hep buna dem vurmuşlardır. Yunus Emre ‘Yaradılanı severim yaradandan ötürü’ derken, Mevlana ‘Ne olursan ol yine gel’ bu dergah umutsuzluk dergahı değil’ derken, hep sevgi ve hoşgörüye dair söylemleri aslında bir arada yaşama becerisine ne kadar ihtiyaç duyduklarının göstergesidir. Bugün bile bu duyguya o kadar çok ihtiyacımız varmış demek ki, Mesnevi en gelişmiş ülke kabul edilen Amerika’da bestseller arasında.
Bu aidiyet hissi her çağın sağlıklı toplumları için olmazsa olmaz bir gereksinimdir. ‘Dünyanın en zor hissi, kendini ait hissetmediğin bir yerde bulunma zorunluluğudur’ demiş Dostoyevski.
Karaman’da da mübadeleye kadar Rum ve Ermeni Ortodoks vatandaşların yaşadığı bilinmektedir. Hem de yüzyıllar boyu. Merhum dedemin büyük abime ölüm döşeğinde verdiği bir öğüt, bana bu birlikte yaşayabilme becerisinin altındaki en kuvvetli hissi ve sonrasında nasıl bundan vazgeçildiğini aynı anda örnekler.
Dedem son günlerinde en büyük torunu olan abimi yanına çağırmış. “Sana aklımdan çıkmayan bir anımı anlatacağım. Bizim köyümüzde benim çocukluğumda komşularımız vardı, bunlarla harmanı beraber yapardık, düğünlerimiz cenazelerimiz bir olurdu, onların dinleri farklıydı ama biz hiçbir sorun yaşamazdık. Ne oldu bilmiyorum çocuktum ( 1915 li yıllar ) bir anda bu komşularımız bizim için gavur oldular. Sanki bir gecede sihirli bir el geldi ve içimize bu nifakı soktu. Daha düne kadar sokakta oynadığımız arkadaşlarımız bizim için gavur çocuğu oldu ve onlardan uzaklaştık. Sonrasında kanun çıktı bu komşularımız köyümüzü terk ettiler. Onların gidişini izlerken babasının atının heybesindeki bir çocuk elimdeki ekmeğe uzandı ve ben ani bir refleksle ekmeği geri çektim. Halbuki yakın zamana kadar hep ekmeğimizi bölüştük onunla. İşte oğlum ben şimdi ölüm döşeğindeyim ve o an hiç aklımdan çıkmıyor vicdanım sızlıyor”.
Bu olay Karamanın Lale köyünde yaşanmış. Dedem ummi bir adam. Eğitimi yok ama anlattığı bu mesele onun nasıl bir vicdan sahibi olduğunu çok açık bir şekilde anlatıyor. İşte o vicdan bu insanlara bir empati yeteneği kazandırmış ve bir arada yaşama becerisi kazandırmış olmalı. Peki, bu vicdanı bir anlığına da olsa körelten ve o ekmeği geri çekmesine sebep olan neydi. Kendilerinde kilometrelerce ötede ve kendilerini hiç tanımayan siyasi erklerin aldığı bir karar ve attıkları imza, bir çocuğu gavur yapmaya diğerini de vicdansız yapmaya yetmişti.
Bu gün kederlendiğimizde veya sevincimizde hemen dilimize dolanan türkülerimizi ilk derleyen ve günümüze ulaşmasını sağlayan kimdi biliyor musunuz?. Ortodoks bir Karamanlı, Stavros Stavridis, 1896 yılında, Karamanlı türkülerini kayda geçirip yayımladı. “Anatol Türküleri” adıyla basılan bu kitapçık, aynı zamanda Osmanlıda yayınlanan ilk türkü derlemesi idi. Bu verdiğim örnekte ortak bir kültürümüzün olduğunun bir kanıtıdır. Ve bu kültürün oluşması ve yaşamasında eski komşularımızın ne kadar katkıda bulunduklarının da bir kanıtıdır.
“İnsanların fikir ve içtihatları türlü türlüdür, cihanın mamuriyeti de bu görüşlerin çeşitliliği ile kaimdir” Ebu Reyhan El Biruni
Bilim dünyası da bu aidiyet hissetmeme meselesine bir isim koymuştur, ‘monachopsis.’ Derinde bir yalnızlık hissi, ait olmamak değil, ait olmayı bilmemek. En mutlu, en huzurlu anda bile dışarıdan kendine bakıp, ‘burada ne işim var’ dedirtir bazen ve bu durum bazılarında çok farklı sonuçlar doğurmuş, fanatizm derecesinde kendilerine kucak açanlara koşulsuz bir aidiyet haline dönüşüvermiştir. İŞİD vb terör örgütlerinin insan kaynaklarına bakıldığında sanayileşmesini tamamlamış, sözüm ona gelişmiş ülkelerde her imkana sahip ama yalnızlığını aşamamış insanları görürüz.
Şehre duyulan aidiyet
İlk insandan günümüze kadar sosyal bir varlık olarak tanımlanan insan, birlikte yaşamaya dair sürekli bir devinim içindedir. Kimlik, aidiyet, şehir, kültür, medeniyet tek başına değil ancak birlikte yaşamla mümkün olabilen niteliklerdir.
İlk insanlardan modern zamanlara kadar insan ve şehir ilişkisinin daha fazla doğrudan kurulduğu görülür. Kimlikler, aidiyetler hatta ülkeler şehirle özdeşleşmiştir. Tarihin belirli bir devresinde devletler şehirler olarak kurulmuş, şehir/site/kent devletleri tarihsel süreçteki devlet biçimlerinin en önemli unsurlarından birisi olmuştur. Şehir devletlerinde insanlık kendisini dine ya da etnisiteye göre değil, daha çok içerisinde yer aldığı şehre göre tanımlamıştır. Şehir devletleri denilince Atina, Sparta, Cenova, Venedik akla ilk gelenlerdendir.
İçinde yaşadığımız modern sonrası zamanlarda ise artık antik ve geleneksel dönemlerdeki insan şehir ilişkisinin büyük oranda kaybolduğu söylenebilir. Modernitenin aşılıp alışmadığının tartışıldığı, post-modern, post-truth zamanların, duyguların, algıların derinleştiği günümüz dünyasında insan adeta yaşadığı şehirde kaybolmuş durumdadır. Dünyada pek çok şehrin birbirini fazlası ile andırması, benzer görüntü, kültür ve biçimlere sahip olması, farklı kimlik, kültür ve inanca sahip insanların şehrin gelişimine katkısının giderek azaldığının ve bu durumun doğal bir sonucu olarak tekdüzeleşmenin giderek arttığının bir göstergesi olarak görülebilir. Artık insanın inşa ettiği şehirlerden, içerisinde insanların kaybolduğu, insansız, kimliksiz ve ruhsuz kentlere evrilmekteyiz.(Prof. Dr. KUDRET BÜLBÜL)
Yukarıda bahsettiğim tarihsel sürece bakıldığında Anadolu şehirleri, tarihi birikiminin bir sonucu olarak çoğulculuğa ve çok kültürlü bir geçmişe sahiptir. Bu sebepten dolayı Anadolu şehirleri çok özeldir . Dünyada bu niteliklere sahip şehirlerin, yerleşim yerlerinin sayısı azdır. Çünkü dünyada farklı toplumları bir arada yaşatabilmiş toplum sayısı azdır. Bugünün dünyasının en temel sorunlarından birisi de çoğulcu, çok kültürlü bir biçimde birlikte yaşama geleneğine sahip olmamaktır. Batı’daki pek çok şehirde, birlikte yaşama geleneğine sahip olmadıklarından farklı kültürlerden nefret, çatışma, farklı yaşam biçimlerine / mabetlere saldırı gittikçe artmaktadır.
Anadolu şehirlerinin bir özelliği de her daim kendi yağında kavrulmayı başarabilmiş olmasıdır. En yakın dönem olan Osmanlı tarihinde bile Anadolu’da yapılan imar çalışmaları yada eserlere bakıldığında sayıların Balkanlara kıyasla ne kadar az olduğu görülmektedir. Halbuki arşiv kayıtlarına bakıldığında kimden ne kadar vergi alındığı kaç asker gönderildiği de çok net gözükmektedir. Bu durum Karaman için çok daha vahimdir. Çünkü eser yapılmadığı gibi var olanlarda yakılıp yıkılmıştır. Karamandaki tarihi eserlere bakıldığında hemen hemen hepsi Karamanoğulları dönemine aittir. Bana göre Karamanoğlu döneminden sonra Karaman sahipsiz kalmasına rağmen geçmişiyle bağını o kadar iyi korumuştur ki her daim kendi yağıyla kavrulmayı başarabilmiştir. Ahilik geleneği bile 1960 lara kadar gayri resmi olarak da olsa devam etmiş ve ciddi anlamda esnaflar arasında bir dayanışma devam etmiştir.
Geçmişle kuracağımız bağ şehrimizle kuracağımız aidiyet hissiyle birebir bağlantılıdır.
Bir şehir, yaşayanlarına, tarihi şahsiyetleriyle aynı sokaklarda yürüyor hissi veriyorsa şehirdir.
Bugün şehirlerimizde, bize aynı şehirde önceki yüzyıllarda yaşamış ve gelecek yüzyıllarda yaşayacak hemşehrilerimizle ortak bir iklimi teneffüs ettiren, bizi geçmişte yaşamış ve gelecekte yaşayacaklarla hemşeri kılan bu tarihi eserler, değilse nedir? Zamanın da mekanın da ruhu vardır. Şehir ortak aidiyet mekanların da, ait olduğu medeniyetin ruhunu vermeli yaşayanlarına. Şehirlerimiz bizi geçmişimizle, o şehri şehir yapan isimlerle buluşturmalı.
İtiraf etmeliyim ki attığım manşetin dikkat çekmek amaçlı olduğu besbelli, derdim Müge hanımla değil tabiki ama bu yozlaşmış, ahlaktan, örf adetlerimizden bizi uzaklaştıran ve orada yaşananların toplum tarafından normal hale geliyor olması bir Karamanlı olarak gücüme gidiyor. Bize kalan emanetlerin mirasçısı olan herkesin de bunu kabullenmemesi gerektiğini düşünmekteyim. Karaman olarak ne geçmişimiz ne de geleceğimiz bu tip programlara sermaye olacak kadar ucuz değil.
Vesselam.
DEVAMI GELECEK
YORUMLAR